Loading...

Loading...
SEVMEK

Sabahın ilk ışıklarında açtı çapaklanmış gözlerini Emine, annesi çoktan uyanmıştı. Babası tütününü sarmış, annesinin odun ateşinde pişirdiği kahvesini yudumluyordu. Yüksekoba köyündeki ahşaptan tek odalı bir evde yaşıyorlardı. Kardeşleri ile o sobaya yakın uyurlardı. Anne ve babası da mutfak tezgahının önüne sererdi yataklarını. Kış ayları böyle geçerdi. Yaz olunca daha güzeldi tabii herkes sere serpe uyurdu, sabah olduğunda sıcacık yorganın içinden çıkmak zor gelmezdi. Hem okul da yoktu yazın uyanıp 1 saat boyunca köylerinden çocuklarla Zeytinli Köyü’ndeki okula yürümek zorunda kalmazlardı. Yazın uyanır uyanmaz tüm gün annesine işlerde yardım etmek dışında arkadaşlarıyla körebe, saklambaç, beştaş, seksek gibi türlü türlü oyunlar oynar ve hiç bıkmazlardı. Maalesef bugün öyle bir gün değildi, bugün mart aynın ortasıydı ve daha okulun bitmesine çok vardı.
Rüzgar ahşap evin boşluklarından sızarak yorganın dışında kalan ayağına değdi. Bir irkildi ve artık kalkmam lazım dedi. O bunu düşünürken annesi de bağırdı dışarıdan “Emineee!”
Kalktı hızlıca dışardan getirdikleri bidonlardan birini tek eliyle tutarak diğer eliyle de yüzünü yıkadı su buz gibiydi. Pijamasının üstüne geçirdi önlüğünü, saçlarını elinden geldiğince ördü annesinin bel lastiklerinden yaptığı tokayla bağladı. Eline bir parça köy ekmeğini aldı içine bir parça peynir, böldü domatesi ikiye onu da içine koydu. Düştü Zeytinlik Köyü’nün yoluna arkadaşlarıyla birlikte. Yolda erkek çocuklar Gökbüvet Şelalesi’nin önünden ne zaman geçseler kızların üstüne su atarlardı. Kızlarda erkeklere kızsalar bile içten içe eğlenirlerdi.
Kalktı hızlıca dışardan getirdikleri bidonlardan birini tek eliyle tutarak diğer eliyle de yüzünü yıkadı su buz gibiydi. Pijamasının üstüne geçirdi önlüğünü, saçlarını elinden geldiğince ördü annesinin bel lastiklerinden yaptığı tokayla bağladı. Eline bir parça köy ekmeğini aldı içine bir parça peynir, böldü domatesi ikiye onu da içine koydu. Düştü Zeytinlik Köyü’nün yoluna arkadaşlarıyla birlikte. Yolda erkek çocuklar Gökbüvet Şelalesi’nin önünden ne zaman geçseler kızların üstüne su atarlardı. Kızlarda erkeklere kızsalar bile içten içe eğlenirlerdi.
Sabahın ilk ışıklarında açtı çapaklanmış gözlerini Emine, annesi çoktan uyanmıştı. Babası tütününü sarmış, annesinin odun ateşinde pişirdiği kahvesini yudumluyordu. Yüksekoba köyündeki ahşaptan tek odalı bir evde yaşıyorlardı. Kardeşleri ile o sobaya yakın uyurlardı. Anne ve babası da mutfak tezgahının önüne sererdi yataklarını. Kış ayları böyle geçerdi. Yaz olunca daha güzeldi tabii herkes sere serpe uyurdu, sabah olduğunda sıcacık yorganın içinden çıkmak zor gelmezdi. Hem okul da yoktu yazın uyanıp 1 saat boyunca köylerinden çocuklarla Zeytinli Köyü’ndeki okula yürümek zorunda kalmazlardı. Yazın uyanır uyanmaz tüm gün annesine işlerde yardım etmek dışında arkadaşlarıyla körebe, saklambaç, beştaş, seksek gibi türlü türlü oyunlar oynar ve hiç bıkmazlardı. Maalesef bugün öyle bir gün değildi, bugün mart aynın ortasıydı ve daha okulun bitmesine çok vardı.
Rüzgar ahşap evin boşluklarından sızarak yorganın dışında kalan ayağına değdi. Bir irkildi ve artık kalkmam lazım dedi. O bunu düşünürken annesi de bağırdı dışarıdan “Emineee!”
Kalktı hızlıca dışardan getirdikleri bidonlardan birini tek eliyle tutarak diğer eliyle de yüzünü yıkadı su buz gibiydi. Pijamasının üstüne geçirdi önlüğünü, saçlarını elinden geldiğince ördü annesinin bel lastiklerinden yaptığı tokayla bağladı. Eline bir parça köy ekmeğini aldı içine bir parça peynir, böldü domatesi ikiye onu da içine koydu. Düştü Zeytinlik Köyü’nün yoluna arkadaşlarıyla birlikte. Yolda erkek çocuklar Gökbüvet Şelalesi’nin önünden ne zaman geçseler kızların üstüne su atarlardı. Kızlarda erkeklere kızsalar bile içten içe eğlenirlerdi.
Kalktı hızlıca dışardan getirdikleri bidonlardan birini tek eliyle tutarak diğer eliyle de yüzünü yıkadı su buz gibiydi. Pijamasının üstüne geçirdi önlüğünü, saçlarını elinden geldiğince ördü annesinin bel lastiklerinden yaptığı tokayla bağladı. Eline bir parça köy ekmeğini aldı içine bir parça peynir, böldü domatesi ikiye onu da içine koydu. Düştü Zeytinlik Köyü’nün yoluna arkadaşlarıyla birlikte. Yolda erkek çocuklar Gökbüvet Şelalesi’nin önünden ne zaman geçseler kızların üstüne su atarlardı. Kızlarda erkeklere kızsalar bile içten içe eğlenirlerdi.
Emine dönüş yolunda çoğu zaman arkadaşlarından ayrı giderdi. Annesinin yaptığı peynirleri, tereyağlarını çok seven olurdu. Annesi de Emine’nin eline tutuşturur okuldan çıkınca sahiplerine ulaştırmasını tembihlerdi. Emine bu işi çok severdi çünkü Zeytinlik Köyü onların köyünden daha çok imkanlara sahipti. Bakkal vardı, manav vardı, çanak çömlek dükkanları vardı. Bazen dönen salıncakta gelirdi Zeytinlik köyüne. Babası Hasan paraya çok düşkündü ve öyle şeylere para verdiğini duysa çok kızardı onun korkusundan annesinin gönderdiği süt ürünlerinden aldığı paralara asla dokunmazdı. Emine okul saatlerinin bir an önce bitmesini isterdi. Öğretmeni Selma İstanbul’dan gelmiş bir genç kadındı. Emine gibi sınıftaki çoğu çocuğa hiç dokunmazdı, onlara sevgiyle bakmazdı.
Hep ağzında “gidicem buralardan zorunlu görevim bitsin de” lafı dolanır dururdu. Dersleri de düzgün anlatmazdı. “Siz bu kadar bilseniz de yeter” derdi. Emine okuldan çıkar çıkmaz çantasında taşıdığı peynirleri, yağlar dağıtırdı. Sonrasında çarşıda şaşkın şaşkın dolaşırdı. Bir gün manavın önünden geçerken muz gördü. Kendi köylerinde olmayan bir meyveydi bu ama kitaplardan görmüştü birkaç kez. Görüntüsünü aklına kazımak istercesine bakakaldı muza. Manav elinde renk renk çiçeklerle tezgahını süslüyordu. Sonra birden Emine’yi farketti.
-Ne bakıp durun orda? Dedi.
- Hiiiiç! Ben şey bunun adı ne? Dedi.
-Muz. Dedi manav. Hiç yemedin mi?
-Yok, sevmem ben. Dedi Emine.
Manav anlamıştı. Gel dedi bir tadına bak seversen alırsın. O zaman geldi Emine istemem yan cebime koy bir ifadeyle. Gururundan ödün vermezdi. Açtı manav muzun kabuğunu Emine’ye uzattı bir tabure çekti altına da “otur ye burada güzelce” dedi. Sohbet etmeye başladılar.
-Ne bakıp durun orda? Dedi.
- Hiiiiç! Ben şey bunun adı ne? Dedi.
-Muz. Dedi manav. Hiç yemedin mi?
-Yok, sevmem ben. Dedi Emine.
Manav anlamıştı. Gel dedi bir tadına bak seversen alırsın. O zaman geldi Emine istemem yan cebime koy bir ifadeyle. Gururundan ödün vermezdi. Açtı manav muzun kabuğunu Emine’ye uzattı bir tabure çekti altına da “otur ye burada güzelce” dedi. Sohbet etmeye başladılar.
Emine dönüş yolunda çoğu zaman arkadaşlarından ayrı giderdi. Annesinin yaptığı peynirleri, tereyağlarını çok seven olurdu. Annesi de Emine’nin eline tutuşturur okuldan çıkınca sahiplerine ulaştırmasını tembihlerdi. Emine bu işi çok severdi çünkü Zeytinlik Köyü onların köyünden daha çok imkanlara sahipti. Bakkal vardı, manav vardı, çanak çömlek dükkanları vardı. Bazen dönen salıncakta gelirdi Zeytinlik köyüne. Babası Hasan paraya çok düşkündü ve öyle şeylere para verdiğini duysa çok kızardı onun korkusundan annesinin gönderdiği süt ürünlerinden aldığı paralara asla dokunmazdı. Emine okul saatlerinin bir an önce bitmesini isterdi. Öğretmeni Selma İstanbul’dan gelmiş bir genç kadındı. Emine gibi sınıftaki çoğu çocuğa hiç dokunmazdı, onlara sevgiyle bakmazdı.
Hep ağzında “gidicem buralardan zorunlu görevim bitsin de” lafı dolanır dururdu. Dersleri de düzgün anlatmazdı. “Siz bu kadar bilseniz de yeter” derdi. Emine okuldan çıkar çıkmaz çantasında taşıdığı peynirleri, yağlar dağıtırdı. Sonrasında çarşıda şaşkın şaşkın dolaşırdı. Bir gün manavın önünden geçerken muz gördü. Kendi köylerinde olmayan bir meyveydi bu ama kitaplardan görmüştü birkaç kez. Görüntüsünü aklına kazımak istercesine bakakaldı muza. Manav elinde renk renk çiçeklerle tezgahını süslüyordu. Sonra birden Emine’yi farketti.
-Ne bakıp durun orda? Dedi.
- Hiiiiç! Ben şey bunun adı ne? Dedi.
-Muz. Dedi manav. Hiç yemedin mi?
-Yok, sevmem ben. Dedi Emine.
Manav anlamıştı. Gel dedi bir tadına bak seversen alırsın. O zaman geldi Emine istemem yan cebime koy bir ifadeyle. Gururundan ödün vermezdi. Açtı manav muzun kabuğunu Emine’ye uzattı bir tabure çekti altına da “otur ye burada güzelce” dedi. Sohbet etmeye başladılar.
-Ne bakıp durun orda? Dedi.
- Hiiiiç! Ben şey bunun adı ne? Dedi.
-Muz. Dedi manav. Hiç yemedin mi?
-Yok, sevmem ben. Dedi Emine.
Manav anlamıştı. Gel dedi bir tadına bak seversen alırsın. O zaman geldi Emine istemem yan cebime koy bir ifadeyle. Gururundan ödün vermezdi. Açtı manav muzun kabuğunu Emine’ye uzattı bir tabure çekti altına da “otur ye burada güzelce” dedi. Sohbet etmeye başladılar.
Köyünden bahsetti biraz. O sırada manav elinde çiçeklerle reyonlarını süslüyordu. Elmaları parlatıyor. Çürük çarık sebze meyveleri ayırıyordu. Bir iki müşteri geldi o oradayken müşterilere çok iyi davranıyordu manav. Emine muzunu bitirdi, kalktı. “Sağ ol manav amca” dedi. “Ben sonra gelip alırım bundan” dedi. Tadını gerçekten çok sevmişti.
Ertesi gün oldu Emine yine kalktı, hazırlandı ekmeğinin arasına bir şeyler koydu düştü yollara. Okul bitsin diye saatleri saydı. Yine dağıttı peynirlerini, yağlarını. Bu kez manav onu görmesin diye sokağın üst tarafından yürüdü. Çanak çömlek yapan bir dükkân gördü. Çömlekçi çarkında şekil alan kil çok dikkatini çekti. Durdu izlemeye başladı. Çömlekçi ustası İsmail Efendi Emine’yi fark etti.
Ertesi gün oldu Emine yine kalktı, hazırlandı ekmeğinin arasına bir şeyler koydu düştü yollara. Okul bitsin diye saatleri saydı. Yine dağıttı peynirlerini, yağlarını. Bu kez manav onu görmesin diye sokağın üst tarafından yürüdü. Çanak çömlek yapan bir dükkân gördü. Çömlekçi çarkında şekil alan kil çok dikkatini çekti. Durdu izlemeye başladı. Çömlekçi ustası İsmail Efendi Emine’yi fark etti.
-Küçük kız ne bakarsın öyle, birine mi benzettin?
-Yok.
-Sen orada ne yapıyorsun amca?
-Gel yakından bak! Bu insanlığın ilk mesleklerinden biridir.
Emine hemencecik merakla ilişti çarkın yanına. İsmail Efendi anlatmaya başladı. Öyle güzel anlatıyordu ki Emine içinden keşke burası bizim okulumuz olsa da İsmail amca da öğretmenimiz olsa dedi. O zaman hep okula gelmek isterdim. Belki çok da iyi çömlekçi olurdum. Diye düşündü. Bir yandan da bir gün önceki manavı düşündü. Bir yandan da öğretmeni Selma’yı ve annesine hiç yardım etmeyip sadece sattığı peynirlerin parasını elinden alan babasını düşündü. Neyse ki Selma öğretmeni hamileydi doğum yapınca gidecekmiş sağlık ocağında doktor olan kocasıyla. Acaba kocası hastalarına nasıl davranıyordur diye düşündü içinden.
-Yok.
-Sen orada ne yapıyorsun amca?
-Gel yakından bak! Bu insanlığın ilk mesleklerinden biridir.
Emine hemencecik merakla ilişti çarkın yanına. İsmail Efendi anlatmaya başladı. Öyle güzel anlatıyordu ki Emine içinden keşke burası bizim okulumuz olsa da İsmail amca da öğretmenimiz olsa dedi. O zaman hep okula gelmek isterdim. Belki çok da iyi çömlekçi olurdum. Diye düşündü. Bir yandan da bir gün önceki manavı düşündü. Bir yandan da öğretmeni Selma’yı ve annesine hiç yardım etmeyip sadece sattığı peynirlerin parasını elinden alan babasını düşündü. Neyse ki Selma öğretmeni hamileydi doğum yapınca gidecekmiş sağlık ocağında doktor olan kocasıyla. Acaba kocası hastalarına nasıl davranıyordur diye düşündü içinden.